Tarihe baktığımızda; tarihin her döneminde Dünya’nın her bir noktasında ifade hürriyeti az ya da çok şekilde var olmaya çalışmıştır. Yine tarihsel gelişim bize göstermektedir ki, Dünya’nın neresinde ifade hürriyeti başta olmak üzere birtakım insani haklar ne kadar çok gözetilirse, oradaki gelişme daha büyük çaplı olmuştur.
Peki ifade özgürlüğünü savunmamızın tek sebebi toplumsal gelişmeye fayda sağlaması mı? Hayır. Bundan çok daha basit ve çok daha geçerli bir savımız var: İnsan olmak. İnsanı insan yapan özelliklerin başında düşünme yetisi gelir. Eşrefi mahlukat olan, sistematik düşünme yetisine sahip tek canlı olan insanın ifade özgürlüğünün kısıtlanması bu sebeple en nihayetinde bir insan hakkı ihlalidir.Görülmektedir ki, bireylerin ifade hürriyetlerinin etkisi sadece bireyler ile, yaşadıkları toplumla ya da yaşadıkları çağla ilgili olmayabiliyor. Galileo’nun susturulması sadece bir bireyin susturulması demek değildi. İnsan medeniyeti ve gelişmesinin önüne koyulmuş bir engeldi.
Hiçbirimiz, bilginin tekeline sahip değiliz. Hiçbirimiz yanılmaz, mutlak doğrulara sahip değiliz. Belki de böylesi çok daha güzeldir. Sürekli olarak keşfedilecek, yanlışlanacak, doğruluğu kanıtlanacak şeylerin olduğu bir Dünya, aksine göre çok daha çekici geliyor.
Dünya’da ve Türkiye’de ifade hürriyetinin alanı ve kapsamı giderek daralırken, bu gerçekleri hatırlatma ihtiyacı duydum. Unutulmamalıdır ki ifade özgürlüğü, insanların duymak istemeyebileceği şeyleri dahi söyleyebilme özgürlüğüdür. Ve bu özgürlük hepimize lazım.