“Yasama, yürütme ve yargı erki Devlet’ten kastedileni ve anlaşılanı bir bütün olarak içerir. Bu erklerin her birinin diğer ikisini dengelemesi sayesindedir ki, insan doğasındaki Tiranlığa yönelik eğilim kontrol altına alınır ve kısıtlanır ve özgürlük bütün düzeyleriyle Anayasada korunur.”
Neresinden tutarsanız elinde kalan güncel uygulama da, Anayasa’da öngörülen hâkimlik teminatını boşa çıkarmaktadır ve yüksek yargıda görev yapan hâkimlerin iktidarın görevlerine son verebileceği ihtimalinin yarattığı baskı altında karar vermeleri gibi ciddi bir tehlike yaratmaktadır. Yazının başında ifade edildiği gibi, anayasal demokrasi ancak devletin organlarının kendileri için belirlenen görev tanımlarına riayet ettiği bir yerde vardır. Bir ülkede yüksek yargı mensupları yasama tarafından çıkarılan bir kanun ile görevden alınabiliyor ve bunun yerleşmiş bir uygulama haline gelmesi bize olağan bir ihtimal gibi görünüyor ise, anayasada belirlenen sınırların pratikte hiçbir değeri kalmamıştır.
Hâkimlerin teminatı ve yargının bağımsızlığı, her şeyden önce vatandaşların özgürlüğünün garanti altına alınması içindir. Bu hem yargının yürütmeyi sınırlandıran en önemli güç olması yönünden hem de adil yargılanma hakkının korunması yönünden geçerlidir. Bu nedenle, bugün yüksek mahkeme hâkimlerinin görevden alınması ve bunun daha sonra da tekrarlanabilecek bir uygulama halini alması tehlikesi, hepimizi ilgilendiren bir tehlikedir.
Bombeli aynanın yansıttığı sahte görüntü bizi bir süre, hatta uzunca bir süre, avutabilirse de; nihayetinde gerçeklik ülkenin bütün kurumlarını çürütmeye ve yozlaştırmaya devam etmektedir. Bu çürüme ve yozlaşmadan nihai olarak zarar görecek olanlar, bu durumu eleştiri konusu yapan uluslararası kuruluşlar değil; bu kurumların muhatabı veya potansiyel muhatabı olan vatandaşlardır. Bu nedenle bizlerin, her şeye rağmen kurumları ve Anayasayı savunmak, onlara sahip çıkmak; devlet organlarını kendileri için belirlenen Anayasal sınırlara uymak konusunda zorlamak yükümlülüğümüz vardır. Çünkü kendi özgürlüğümüzü ancak bu şekilde koruyabilir, geleceğimizi güvence altına alabiliriz. Kanunda ve hatta Anayasada güvence altına alınan görevlerde bulunanları kanun çıkararak görevden alma uygulaması, hukuki güvenlik ilkesini zedelemekte ve bağımsız olmaları öngörülen bu kurumların bağımsızlıklarını alt üst etmektedir. Böyle bir uygulamanın yerleşik hale getirilmesi, kanunlara ve anayasaya güven duyulamaması sonucunu doğuracağı gibi, ilgili kurumların temellerini ve itibarını da zayıflatmaktadır.Bu hüküm, Anayasa’ya açıkça aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi’nin önüne gitmesi halinde Mahkemenin HSYK Kanunu hakkında vermiş olduğu karara benzer bir şekilde bu düzenlemeyi de iptal etmesi kuvvetle muhtemeldir. Zira her şeyden önce, yukarıda değinildiği gibi, anayasal demokrasinin en temel kurumlarından biri, kuvvetler ayrılığıdır; yasamanın ve yürütmenin yargıya rahatça müdahale edebildiği ve yüksek mahkeme hâkimlerinin kanunla görevden alınabildiği bir ülkede yargı bağımsızlığından söz edilemez. Eğer yüksek yargı mensubu hâkimler, bulundukları görevlerden bir kere kanunla alınabilirse, artık hâkimlik teminatının pratikte hiçbir değeri kalmayacaktır. İktidarda bulunan bir partinin yüksek yargının bütün üyelerini bir kanun çıkararak bir anda görevden alabilecek bir güce sahip olması, hâkimlerin herhangi bir grup tarafından gelecek bütün baskılardan bağışık bir şekilde karar verebilmesini imkânsız kılacaktır.Güzeli çirkin, çirkini ise güzel gösteren bir aynayla ilgili bir öykü vardı. Aynaya tesadüf eseri rastlayan bir kadın, kendisini güzel gösteren bu aynaya bağımlı oluyor ve gün geçtikçe aynada daha da güzel görünen yansımasını izleyerek yemeden içmeden kesiliyordu. Kendisini aynanın lanetiyle ilgili uyaran eşinin ihtarlarını dikkate almayan ve onu kıskançlıkla suçlayan kadın, hikâyenin sonunda hayatını kaybediyordu. Ülke olarak bulunduğumuz durum, bana bu kadının yakalandığı laneti hatırlatıyor. Özellikle son yıllarda bütün kurumların gün geçtikte daha da yozlaştığını görmezden gelerek, her gün kendimize ne kadar da mükemmel olduğumuzu söylüyoruz. Yanlış yaptığımızı dillendirerek bizi uyaranları ise, ülkenin şartlarını bilmemekle veya kötü niyetlilikle suçluyoruz. Bu durum da, bizi yaptığımız yanlışları inatla tekrarlamaya ve daha kötülerini yapmaya sevk ediyor.
Neden konuşmalarında üniversiteye ve akademisyenlere görev yüklerler, eleştirirler, ellerini taşın altına koymadıklarından dem vururlar?Elbette ki akademisyenler ellerini taşın altına koyması gerekenlerden birileri. Ancak Üniversitelerin özerkliğinden bahsedilemeyecek bir ülkede akademisyen beklentiler samimi olarak algılanamaz. Bu sözlerin bir karşılığı maalesef yoktur. Piyasada bunun karşılığı “Üniversitede akademisyen mi bıraktınız?” itirazıdır. Kamuda inisiyatif kullanarak, yasanın ve hukukun gereğini yapabilecek kamu görevlisi yoktur. Yapabildikleri, uygulanması imkânsız talimatları sümen alttı edebilmek, zamana yayarak unutturmaktan ibarettir. Bugün bir kamu görevlisi için inisiyatif kullanmak, babasının veya kayınbabasının kurulu tezgahına güvenmesiyle mümkün hale gelmiştir. Bu hali Hakim – Savcılarda gözlemleyebiliyoruz. Konuşmacılar, problemlerin çözümünü özel kişi ve kurumlardan (İş Adamları Örgütlerinden – STK’lardan) bekliyor. Devlet ne iş yapar?Sorunun cevabı içinde. Devlet iş beceremediğinden çözümü, daha doğrusu sorumluluğu halkta görür. Devlet kim mi? Yeri geldiğinde siyasetçi, yeri gelir bürokrat, yeri gelir iş adamları, bir başka ifadeyle gücü kullanma yetkisine sahip kişi. Bu konuşmacıları dinlerken aklımda hep şu soru: 17 / 25 ve 15 Temmuz’dan önce neredeymiş? Devletin, ülkenin, milletin tüm kaynaklarını FETÖ’ye teslim ettiklerinde, ne istedilerse verdiklerinde hangi işle meşgul oluyormuş? O dönemlerde de ülkenin en üst siyasetçisi – bürokratı – etkili yetkili kişileriydiler. Şimdi hiçbir sorumluluğu olmamış gibi konuşuyorlar ve hesap verilebilir bir yapısallıktan bahsediyorlar. Millete ve iktidarlarına darbe yapıldıktan sonra yapısallıktan bahsetmelerini tek kelime ile ‘aymazlık’ olarak vasıflandırmak gerekir.Soruya soru: Peki devlet / kamu ve buradan nem’alananlar olarak siz ne yaptınız? Ülkede darbe teşebbüsü olacak, ama devlet seyredecek, halk engel olacak! Bu kadar basit mi? Devletin tokadı yok muymuş?15 Temmuz’da halk devlete karşı zafer kazanmıştır. Zira 15 Temmuz öncesinde tüm devlet kurumları, imkânları, silahları ile birlikte FETÖ’ye teslim edilmiş, kamu ve özel kuruluşlar ve elemanlar, devletin silahıyla halka ateş etmiştir. Bu silahları bunlara kim vermiş? Esasen 1980’de devlete karşı sindirilmiş halk toplulukları, 1990’lı yıllarda kazanmış olduğu sivil toplum anlayışıyla bu defa devlete kafa tutmuş, hainlere engel olmuş ve devleti, kendine yakın gördüğü basiretsiz iktidara tekrar teslim etmiştir. Kendisine darbe yapılacak kadar gaflet içinde olan bir iktidar için başka ne söylenebilir? Bunları söyleyebilecek basiretli ve dirayetli siyasiler ve sivil toplum güçleri yeşermedikçe daha çook basiretsizliklerin kurbanı olacağız. Hiç inandırıcı değil. ‘İzin verdiniz ve hala vermektesiniz’ diye insanın bağırası geliyor. 2004 yılında MGK’nın gündemine gelen FETÖ’nün bir terör örgütü olduğuna dair bilgi var. Sonuç, bilgileri göz ardı etmek. FETÖ’cülükle malul birçok etkili insanın hala ortalarda gezinmesi buna delildir. Soruya soru: O halde, liyakat sistemi yerine işletilen mülakat sistemi nedir? Mülakat sistemi, işe layık olanın değil, sadık olanın alınmasıdır. Kime sadakat? İşe mi? İnançlarına mı? Kuruma mı? Lidere mi? Tüm ölçüler sanaldır burada. Turgut Özal’ın KPSS vb. sınavlarla ortadan kaldırdığı ‘Hamili kart yakinimdir’ işleyişine geri dönüldüğü bir gerçek iken, liyakatten bahsedebilmek, gaflet değilse kandırmacadır. Duyan da sanır ki, yolsuzlukla itham edilen 4 bakan yargılanmış ve aklanmıştır. Sayıştay 2017 Raporlarını okumayı tavsiye ederim herkese. Bende 2 tane var, İBB ve Arnavutköy Belediyelerine ait. Geçmişte 300 sayfalık Sayıştay Raporlarının 80 sayfaya indirilerek sofraya konulmasının hesabı da verilmedi. Bu yenilerin de hesabı verilmeyecek. Sahi şeffaflık ilkesi gereğini yerine getirmek için Ovacık’ta Komünist Belediye Başkanı mı olmak gerekiyor? Medyada vicdanını konuşturanları tek bir çatı altında Karar gazetesinde toplayan, vicdanın sesi olduğu için, “destek olmuyorlar, bari köstek olmasınlar” diye, sözümona sivillerin STK’cılık oynamalarını salık veren iradeden sonra bu sözleri duymayı doğrusu yadırgamadım. Meşhur Ankara Valisi Tandoğan’ın kemikleri sızlıyordur. Sonuç olarak, artısı eksisi, doğrusu yanlışı ile Türkiye’nin içinde bulunduğumuz durumdan, milletin ve milli iradenin temsilcisinin sorumluluğu vardır. Hesap verilebilirlikten bahsedilecekse, öncelikle bunun teslimi gerekir. Aksi halde o çok eleştirilen Tek Parti döneminden bir farkı kalmaz.